1 Mart 2012 Perşembe

Türkiye ve Kamu Diplomasisi: "Görünmeyen Köy ve Kılavuz"






McLuhan’ın “küresel köy” kavramından hareketle, günümüzde uluslararası ilişkilerdeki pratiklerin de değişim rüzgarlarına yelken açtığını söyleyebiliriz. Klasik uluslararası ilişkilerdeki “devletten-devlete” olan ilişkilerin yanında, artık “devletten-halka” ve “halktan-halka” iletişimin de önemini kavrayan ülkeler, bu alanda çalışmalar yürütmekte ve uluslararası ilişkileri devletler ve diplomatlar tekelinden çıkarıp, bu alandaki faaliyetlerine hem kendi halkını hem de karşı tarafın halkını dahil etmek durumunda kalmışlardır çünkü dünyadaki mevcut düzen eski dünya düzeninden artık çok farklıdır: İletişim ve ulaşım ağları sayesinde, dünya eskiye oranla çok daha küçük bir yerdir. Dünyanın bir noktasında olan bir olay, dünya kamuoyunu etkileyebilmekte ve kamuoyu da bir ülkenin iç ve dış siyasetini şekillendirebilmektedir. Diplomaside eskiden ağırlıklı olarak devletler arası iletişim varken, şimdi farklı uluslarla iletişim de diplomasiye dahil olmuştur. Bunun sonucunda da, uluslararası ilişkiler alanındaki bu yeni eğilimler için stratejik bir iletişim aracı  olan “kamu diplomasisi” dünya ülkesi olmak isteyen ülkelerde ağırlığını daha fazla hissettirmeye başlamıştır.



Kamu Diplomasisi Nedir?

“Hikayenizi karşı tarafa doğru bir şekilde anlatabilmek...”


Genel bir ifadeyle, stratejik bir iletişim aracı olarak kamu diplomasisi, “kamuoyunun anlaşılması, bilgilendirilmesi ve etkilenmesi” faaliyetlerinin toplamı olarak tanımlanmaktadır. Manheim kamu diplomasisini “devletlerin uluslarası kamuoyunu veya seçkinlerin düşüncelerini ülkenin çıkarları doğrultusunda etkileme çabaları” olarak açıklamıştır. Snow, kamu diplomasisini “geleneksel olarak kamu diplomasisi, devletlerin küresel kamuyla konuşmasıdır ve ulusal amaç ve dış politikayla ilgili destek sağlamak için bilgilendirme, etkileme ve ilgi çekmeye yönelik faaliyetleri içerir” şeklinde, Szondi ise “yurt dışındaki hedef kitlenin duygu ve düşüncelerinde değişim yaratmak için yapılan kamusal iletişimdir” şeklinde tanımlamıştır. Kamu diplomasisi kavramı ilk kez 1965’te, Amerika Birleşik Devletleri’nde uluslararası kültürel propaganda ve basın faaliyetlerini tanımlamak için kullanılmıştır. İkinci dünya savaşı sonrasında kamu diplomasisinin doğuşu, o dönemde radyo, televizyon ve faks gibi teknolojilerin her eve girmeye başlamasıyla olmuştur. Böylece uluslararası ilişkiler sadece devletler arası bir mevzu olarak kalmamış, halklar da bu alanda bilgi sahibi olmaya başlamıştır. Böylelikle kamuoyu kavramı önem kazanmıştır; zira kamuoyunu kazanan ülkeler, dünya gücü haline gelebilmektedir.

Kamu diplomasisi amacı itibariyle propaganda ile karıştırılabilmektedir ancak kamu diplomasinin amacı propaganda yapmak değildir çünkü kamu diplomasisi gücünü ülkenin gerçeklerinden alır, yani nesnel veriler eşliğinde iletişime geçer ve amaç halklara direkt mesaj yollamak, beyin yıkamak ya da korku salmak değil, ilişki kurmak, kamuoyunu bilgilendirmek, etkilemek ve ortak bir paydada buluşabilmektir.

İlk kez 60’lı yıllarda gündeme gelen kamu diplomasisi, 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan terörist saldırılar sonrası daha da önem kazanmıştır. 21. yüzyılda internet teknolojisinin gelişmesi, uydu yayıncılığı, ulaşım ağlarının gelişimi ile bilgiler çok daha hızlı bir şekilde yayılmakta, bu bilgilere sıradan vatandaşlar daha rahat bir şekilde ulaşarak uluslararası ilişkiler hakkında daha çok fikir sahibi olmaktadır. Bunun sonucunda, ülkeler sadece diğer ülkeler için değil, bunun yanında ülkelerin  vatandaşlarına yönelik de iyi bir iletişim stratejisi kurmak zorunda kalmıştır. Peki bu nasıl olacaktır?

Dünyada her ülkenin bir hikayesi vardır ancak dünya sahnesinde hikayesini sadece en doğru şekilde anlatabilen ülkeler söz sahibi olmaktadır. Bunu yapabilmek için giriş kısmında bahsettiğimiz gibi kamu diplomasisi faaliyetleri, “devletten-halka” ve “halktan-halka” iletişim olmak üzere iki ana çerçevede yapılmaktadır. Devlet-halk eksenindeki faaliyetler, devletin izlediği politikaları, yaptığı faaliyet ve açılımları doğrudan resmi araçları ve kanalları kullanarak uluslararası kamuya anlatmasıdır. Halktan halka doğrudan iletişim faaliyetlerinde ise STK, araştırma merkezleri, kamuoyu araştırma şirketleri, basın, kanaat önderleri, üniversiteler, mübadele programları, dernek ve vakıflar gibi devlet dışı sivil araçların kullanılması esastır. Buradan da görüldüğü gibi kamu diplomasisinin çok fazla sayıda paydaşı vardır ve ulus marka olma amacıyla yapılan tüm faaliyetlerin belli teknikler ve yöntemler çerçevesinde tek bir elden yönlendirilmesine ve koordine edilmesine “Nation Branding” denmektedir. Bu kavramın sahibi olan Simon Anholt, her yıl 20 ülkede anket yaparak, farklı ülkelerdeki insanların diğer ülkeler ve insanları hakkında ne düşündüklerine dair bir araştırma yapmakta ve bunun sonucunda 50 ülkelik bir liste yayınlamaktadır. 2010 yılındaki araştırmaya göre, Türkiye 50 ülke arasında 33., Futurebrand araştırmasında 110 ülke arasında 2010’da 55. olmuştur. Bu rakamlar Türkiye’nin kamu diplomasisine ve yeniliklere ne kadar ihtiyaç duyduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.


Türkiye’de Kamu Diplomasisi


"Siyasi liderler ne kararlar alırsa alsınlar, diplomatlar bunları ne kadar başarılı uygulamaya geçirirlerse geçirsinler, eğer sağlıklı bir kamu diplomasisi gerçekleşmediyse bu kararların toplum katında itibar görmesi, hayata geçirilmesi mümkün değildir." Ahmet Davutoğlu


Türkiye’de 1920’lerde Anadolu Ajansı ve Basın, Yayın ve Enformasyon Müdürlüğü’nün kurulması Türkiye’nin sesini duyurma yolunda attığı ilk önemli adımlardandır. Daha sonrasında Dış İşleri Bakanlığı’nın alt ve yan birimleri çerçevesinde yürütülen dış ilişkiler, 2010 Ocak ayında Başbakanlık Genelgesi ile kurulan T.C. Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü ile daha da zenginleşmiştir. Görüldüğü gibi Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü oldukça yeni bir yapılanmadır, Türkçe olarak yayın yapan internet sitesi ise 2011 Şubat ayında kurulmuştur. Bu sitede “Kamu Diplomasisi Tanımı” bölümünde şu şekilde bir açıklama yer almaktadır:

“Kamu diplomasisi çift taraflı bir iletişim ve etkileşimi öngörür. Birinci hedef, muhatap kitlenin dinlenmesi ve önceliklerinin tespit edilmesidir. İkinci olarak bilgilendirme, paylaşım, ikna ve etkileme amaçlanır. Bu yüzden kamu diplomasisi, dinamik ve çok boyutlu bir iletişim sürecidir. Konuşmak kadar dinlemek, anlatmak kadar anlamak, iletmek kadar iletişime açık olmak önemlidir. Son yıllarda giderek önem kazanan “ince güç” (soft power) kavramı, kamu diplomasisinin en önemli araçlarından biridir. Bir ülkenin izlediği politikaların doğruluğu ve etkinliği kadar, sahip olduğu ince güç potansiyeli de kamu diplomasisinin başarısını doğrudan etkileyen unsurlar arasındadır. “Değer-merkezli” bir güç tanımına dayanan ince güç, bir ülkenin başkaları tarafından ne kadar cazip ve örnek alınmaya değer görüldüğünü ifade eder. Bir ülkenin izlediği politikaların başkaları nezdinde meşru kabul edilmesi, o ülkenin ince güç kapasitesini de arttırır. Ekonomi, eğitim, kültür, bilimsel araştırma, sanat, sinema, turizm gibi alanları kapsayan ince güç kavramı, aynı zamanda yeni rekabet alanlarının da başında gelmektedir. Kamu diplomasisinin bir diğer önemli unsuru, ulusal ve uluslararası politikaların belirlenmesinde giderek daha merkezi bir rol üstlenen, kamuoyudur. Ulusal ve uluslararası politika süreçleri yakından izlenmekte ve basın aracılığıyla dünya kamuoyuna duyurulmaktadır. Kamuoyunun belli bir desteğini almadan ekonomi, dış politika, enerji yahut çevre konularında bir politika belirlemek ve uygulamak mümkün görünmemektedir.”



Soft power kavramı son dönemde kamu diplomasisi alanına damgasını vurmuştur. Joseph S. Nye, soft power kavramını şu şekilde açıklar:

“What is soft power? It is the ability to get what you want through attraction rather than coercion or payments. It arises from the attractiveness of a country’s culture, political ideals, and policies. When our policies are seen as legimate in the eyes of others, our soft power is enhanced.”

Nye’ye göre ülkeler ya hard power ya soft power ya da smart power uygularlar. Soft power kullanan ülkeler askeri ya da ekonomik yaptırım uygulamadan diğer ülkeler için bir çekim alanı yaratırlar ve dünya sahnesinde saygın bir yer edinirler. Hard power, askeri güç ve ekonomik yaptırımlar demektir, ülkeler bu enstrümanı kullanarak da söz sahibi olmaya çalışabilir. Smart power ise her ikisini birden kullanmaktır ve dünyada bunu uygulayan ülkelerden en tanınmışı Amerika Birleşik Devletleri’dir. Kültürel diplomasi soft powerın en önemli enstrümanlarından biridir. Milton C. Cummings Jr. kültürel diplomasiyi “fikir, bilgi, sanat, yaşam tarzı, değer sistemleri, gelenekler-görenekler, inançlar ve kültürlerin diğer unsurlarının değiş tokuşu olarak” tanımlar. Türkiye kamu diplomasisinde soft power uygulamaktadır, dış politikada ise son dönemdeki “komşularla sıfır problem politikası” soft power’a en somut örnektir.


Türkiye Bir Ulus Marka Olabilir mi?




Birçok gelişmekte olan ülke gibi Türkiye de, geleceğini inşa ederken bir ulus marka olmak ve dünyada söz sahibi olmak istemektedir çünkü ulus marka olmak demek, itibar sahibi olmak demektir ve itibarı olan bir ülke turizmde, yatırımlarda, ithalat ve ihracatta vb. cazibe merkezi haline gelmektedir. Ulus marka altı temel unsur üzerine inşa edilir; bunlar yönetim, yatırımlar-göç, ihracat, insan faktörü, kültür ve kültürel miras ve turizmdir. Bu alanların hepsinde birden iyi olan ülkeler güçlü ve iyi bir ulus markadır. Cazibe merkezi olan ülkeler her zaman bir adım öndedir çünkü marka olmuş ülkeler oyuna her zaman bir sıfır önde başlar. İsviçre’deki insanların yaşam kalitesi, Amerika’nın üniversiteleri, İspanyol müziği, Alman arabaları, Japon teknolojisi, Fransız kozmetiği, Maldivler’de tatil, Çin mutfağı. Peki ya Türkiye? Türkiye kültürü ve turizmiyle ön planda olan bir ülkedir fakat ulus marka olmak için sadece bu iki unsur yeterli değildir. Özellikle yönetim ve insan faktörü ulus markada en önemli faktörlerdir, bu iki faktör iyi olunca zamanla diğer unsurlar gelişmektedir. Örneğin Almanya ve Japonya, küllerinden doğmuş olan ülkelerdir çünkü yönetim ve kalifiye insan faktörleri oldukça iyiydi ve bunun sonucunda hızlı bir ivmeyle gelişmeyi başardılar.

Son dönemde aktif dış politika girişimleri ve Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün (KDK) faaliyete geçmesi ulus marka olma isteğine birer işarettir. KDK’nın internet sitesinde gördüğümüz faaliyetleri arasında, akil adamlar konferans serisi, gazeteci heyetleri programı, ülke programları, yabancı basın bilgilendirme faaliyetleri, tanıtım faaliyetleri, kamu diplomasisi panelleri ve dış politika çalıştayları bulunmaktadır. Koordinatörlüğün henüz çok yeni bir yapı olmasından dolayı ve her aktivitesini internete yazmadığını düşündüğümüzü belirterek, bu alanda yapılması gerekenleri ve eksiklikleri ifade etmek gerekmektedir.

Öncelikle kamu diplomasisinde temelde iki yaklaşım vardır, birincisi katı yaklaşım, ikincisi esnek yaklaşımdır. Katı yaklaşım yurt dışındaki kamuoylarını medya araçlarını kullanarak direkt olarak bilgilendirme ve ikna etme çabalarıdır ve faaliyetler dış işleri bakanlığınca gerçekleştirilir. Esnek yaklaşım ise kültürel diplomasi yollarıyla yurtdışındaki kamuoyunu etkileme çalışmalarıdır ve genelde farklı yapılarca, ancak kamu diplomasisi koordinatörlüğü bilgisi dahilinde gerçekleştirilir. (Kültür merkezleri, yurtdışındaki okullar, dil kursları vb.) T.C. KDK ile ilgili yapılan ilk eleştiri, internet sitesinin sadece Türkçe dilinde yayın yapmasıdır. İnternet çağında dünyada en çok konuşulan dillerde yayın yapılması koordinatörlüğünün faaliyetlerinin bir adım öne çıkmasını sağlayabilir. Bu teknik eksiklikten sonra KDK’da en temel sorun, KDK’nın kapsamlı bir stratejisinin olmamasıdır. Hem dünyaya sunmak istenen imaj belirlenmemiştir, hem de mevcut durumda algılanan imaj ölçülmemiştir. Bu durum da esen rüzgara göre yelkeni ayarlamak anlamına gelmektedir.

Türkiye yoğun bir gündeme sahip olan bir ülkedir ve iç ve dış problemlerinin yanında potansiyeli yüksek, bölgesel bir güç olan ve genç nüfusuyla gelecek vaat eden bir ülkedir ancak potansiyellerinin ne kadar iyi kullanıldığı tartışmalı bir konudur. Örneğin Türkiye genç nüfusundan kalifiye bir toplum yaratamazsa, ortalama bir ülke olmaya devam edeceği aşikardır. Ulus markalamanın sadece image management olmadığı, ülkenin gerçekliklerini değiştirme ve geliştirme yönünde bir strateji olduğunu belirtmek gerekir. Bu bağlamda, Türkiye dünya sahnesinde öne çıkmak istiyorsa bunu ancak diğer ülkelerden farklılaşarak başarabilir, yani Türkiye bir marka ülke olmak istiyorsa pekçok farklı alanda yenilikler ve değişiklikler yapmalıdır. Kaleağası Türkiye’nin bir dünya ülkesi olma yolunda atabileceği bazı adımları şöyle sıralamıştır:

“Örneğin Türkiye hakkında önemli bir Washington gazetesi makalesinde, bir Japon televizyonu haberinde veya Brüksel’de bir konferansta bir Türk bakan takdim edilirken, ‘bildiğiniz üzere’ diye söze girildikten sonra, şöyle devam edilebilse:

- Türkiye son yargı reform ile birçok Avrupa ülkesi için de örnek alınabilecek bir toplumsal uzlaşma ve demokrasi modeli geliştirdi.

- Türkiye kadın haklarında Müslüman dünyaya örnek olacak derken, Avrupa çapında bir ilerleme kaydetti. Meclisi, yarısı kadınlardan oluşan yeni hükümeti, çalışma ortamı ve toplumsal yaşamı ile fırsat eşitliği ve özgürlükler ülkesi oldu.

- AB’nin hız kazanan yeşil enerji teknolojisi geliştirme programlarında Türkiye önde gelen bir ülke.

- Çin ve Hindistan’ın yeni sanayi ihtisas ürünlerinden konuşurken, Türkiye bir dizi serkörde hızla dünya ölçeğinde bir sanayi merkezi haline geldi. Elektrikli araçlar, güneş enerjisi, nanoteknolojisi, bio-teknoloji, uzay çalışmaları, mobil yazılımlar, ekolojik binalar, çağdaş kent sanatı, turizm, moda ve organik tarım gibi birçok alanda Türkiye yeni tasarımlar ve ürünlerle parlıyor.

- Türkiye bundan önceki AB adaylarından farklı. AB-Türkiye ilişkilerinde gündem Avrupa’nın geleceğini belirleyen politikalar odaklı. AB’nin ‘iklim eylemi’, ‘yeni sanayi politikaları’ ve ‘Dijital Gündem’ stratejilerine Türkiye’nin katkısı dikkat çekiyor.

- Avrupa’nın en genç ülkesi olan Türkiye’nin eğitim ve gençlik politikaları Avrupa’nın da küresel rekabet gücü açısından önemli bir artı değer sağlamakta.”

Sonuç

Görüldüğü gibi ancak pekçok farklı alandaki değişim ve dönüşümler, yenilikler ve inovasyonlar ile Türkiye’nin yıldızı parlayacaktır. Kamu diplomasisi Türkiye’nin yurtdışındaki bulanık imajını daha berrak bir hale getirmek için çok önemli bir yapıdır fakat yapısal bazı dönüşümleri tamamlamadan ve ülkenin mevcut potansiyellerini en verimli şekilde kullanmadan, dünyanın en iyi ulus markaları arasına girmek kısa vadede zordur. Bu sebeple, Türkiye’nin iyi ve sağlam bir ulus marka haline gelmesi için zamana, değişime ve yenilenmeye oldukça fazla ihtiyacı vardır. Bunun için de öncelikli olarak ülkenin yönetim ve insan faktörü sağlam olmalıdır; altyapıda ciddi, köklü dönüşümlere ihtiyaç vardır. Bu dönüşümler gerçekleşmeden yapılan tüm çalışmalar imaj çalışmalarının ötesine geçmez ve boşa kürek çekilmiş olur. Ying Fan’in de belirttiği gibi “bir yerin veya ulusun imaj problemi genellikle oranın çok daha ciddi siyasi veya sosyo-ekonomik sıkıntılarının bir yansımasıdır, yüz makyajı bir kanser hastasını daha sağlıklı hissettirmez.” 

Türkiye'nin bir ulus marka olmak için öncelikli olarak neye ihtiyacı olduğunu rahmetli Sakıp Sabancı'nın meşhur cümlesi ile ifade etmek istiyorum. Sakıp Sabancı'ya başarısının sırrı sorulur, cevap şu şekildedir: "Çalışmak, çalışmak, çalışmak..."
Çalışmak, çalışmak, çalışmak lazım Türkiye...Görünmeyen köy olmamak için en iyi kılavuzlarla çalışmak lazım...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder