4 Kasım 2011 Cuma

Türkiye'de Holdinglerin Medyaya Girişi ve Yazılı Basında Yapısal Değişimler



1. Giriş

      2000’li yıllarda medya, iletişim ve teknoloji alanında yaşanan gelişmeler ve ilerlemelerin de etkisiyle geçmiş yıllarda sahip olduğu etkinliğin ve gücün çok daha üzerine çıkmış, bu değişimlere paralel olarak da, yasama, yürütme ve yargı erklerinden sonra dördüncü erk olarak kabul edilmeye başlanmıştır.

      Medya kuruluşları arasında en eski ve saygın yere sahip olan basın işletmeleri “haber ve düşünce üreten iktisadi kuruluş” olarak tanımlanabilmektedir. Görüldüğü gibi basının kamu yararı, yani sosyal yönü yanında ekonomik yönü de vardır; diğer tüm işletmeler gibi, basın işletmeleri de varlıklarını sürdürebilmek için kar elde etmek zorundadırlar.

      Gazetenin temel amacı haber vermek, okuyucuyu bilgilendirmektir. Ancak gazetedeki promosyonların ağır maliyeti, reklam ve satış gelirlerinin yetersizliği, gazete fiyatının okuyucuya yüksek gelmesi gibi ekonomik sıkıntılar birçok gazetenin kapanmasına ya da el değiştirmesine sebep olmuştur. Buradan da görüldüğü gibi gazeteler endüstri işletmesine ait özellikler gösterirken, diğer yandan da hizmet sektörü olarak hizmet işletmesi özellikleri göstermektedirler. Bu yapıdan dolayı da gazeteler ve gazeteciler çoğu kez sosyal sorumluluklarıyla ekonomik gerçeklikler arasında bıçak sırtında kalmaktadırlar çünkü gazete sahipleri ve genel yayın yönetmenlerinin çıkarlarıyla ilişki içinde olunan diğer güçlerin çıkarları çatışma içine girebilmektedir.

      Günümüzde yeni medya sahipleri, eskiden olduğu gibi gazetecilik mesleğinden gelmemektedir, birçok farklı sektöre hakim oldukları halde, birikmiş sermayelerini medya alanına da aktardıkları görülmektedir. Oysaki diğer sektörlere göre çok da karlı olmayan medya sektörüne olan bu talepte, madalyonun diğer yüzü önem teşkil etmektedir. Bu konuyla ilgili olarak örneğin Emin Çölaşan “Sakıncalı Gazeteci” isimli kitabında Recep Tayyip Erdoğan ve Aydın Doğan arasındaki çekişmeleri “kayıkçı kavgası” örneği ile açıklamıştır. Buna göre her iki taraf da birbirine belli ölçüde eleştiri yapmakta fakat eleştiride fazla ileri gitmemektedir çünkü aksi takdirde her iki kayıkçı da dengesini kaybedip suya düşecek, sonuçta her iki taraf da kaybedecektir. İşte bu çalışmada medyada holdingleşme, iktidarla ilişkiler ve bunların yazılı basına etkileri 80’li yıllardan başlanarak ele alınacaktır çünkü bu dönem Türk medyasında görülen tekelleşme hareketinin en yoğun görüldüğü dönemdir, 2000’lerdeki medya yapısı bu dönemin bir uzantısıdır.

      Tüm bu önbilgilerin ışığında, bu makalede ilk olarak tekelleşme kavramı hakkında bilgi verilecek, daha sonra ise Türkiye’de özellikle 1980’ler sonrası medya sektöründe holdingleşme ve tekelleşme konusu, sonraysa 2000’li yıllar sonrası Türkiye’sinde holdingleşmenin yazılı basına olan etkileri irdelenecektir.


2. Tekelleşme ve Basın


      Tekel, tek bir satıcının bulunduğu, yakın ikamesi bulunmayan bir malın üretildiği ve endüstriye girişin engellenmiş olduğu bir piyasa yapısını temsil etmektedir. Oligopol piyasalarda ise, az sayıda firma piyasayı paylaşır. Gazete endüstrilerinin genelde oligopolle tekel piyasa yapıları arasında çalışma eğiliminde olduğu öne sürülür. Barry Litman’a göre (1988) günlük gazete endüstrisi, oligopolist yapı içinde iki farklı görünüm sunar: Birinci durumda, rakip firmanın kar marjının kendisi için yeterli bulduğu düzeyin üstünde olduğunu düşünen veya tekel konumundan dolayı sağladığı kazançları kollamak isteyen firmalar arasında ekonomik mücadele ürününün tüm boyutlarında meydana gelebilir. Fiyat, ürün farklılaştırması, gazetelerin kalitesi, dağıtımı, promosyon gibi her alanda olabilecek bir savaş gündemdedir. 
    
      Böyle bir mücadelenin en uç örneklerinde talancı uygulamalar ve firmaları çökertecek olan istenmeyen sonuçlar olabilir. Bu ölüm-kalım mücadelesini kazanan taraf, gazete organizasyonunun içinde büyük bir güç elde eder ve diğer şirketleri yok eder. Kaybeden gazete ya iflas edecek ya da diğer firmalar tarafından ele geçirilecektir.

      İkinci oligopol örneğinde ise, firmalar var olabilmek için birbirlerine belirli oranlarda bir piyasa payı tanırlar ve pek çok alanda işbirliği ruhunu geliştirmeye çalışırlar. Söz konusu işbirliği, kartel, fiyat liderliği gibi üstü kapalı (söze dayalı) anlaşmalar olarak gerçekleştirilebilir. Abonman ücretleri, gazete tezgah fiyatları ve reklam başına yüzde okuyucu bu aşamada en kolay kontrol araçlarıdır. Diğer yandan sezgisel olarak dış görünüşlerinde, biçimlerinde, haber stillerinde farklılık yaratırlar. Özetle, bu gazetelerin rekabet biçimleri standartlaşmıştır, en önemlisi fiyat boyutunda misilleme yapmama konusunda anlaşmışlardır.


3. Dünyada ve Türkiye’de Değişim Süreci ve Medyaya Etkileri

3.1. Dünyadaki Gelişmeler


      Dünyada 1970’ler sonrasında hızlanan ve 1980’lerde etkilerini gösteren siyasi, ekonomik ve teknolojik değişimler sonucunda medyada büyük bir yapısal değişiklik oluşmuştur. Bu değişimden Türkiye de etkilenmiştir. Vedat Demir “Türkiye’de Medya Siyaset İlişkisi” isimli kitabında dünyada medyadaki yapısal değişiklikler konusunu şu şekilde aktarmıştır:

      “ABD’de Ronald Reagan ve İngiltere’de Margaret Thatcher hükümetleriyle uygulanan ekonomik politikalar Avrupa’yı ve daha sonra bütün dünyayı etkisi altına almıştır. Bu iktisat politikaları yanında gittikçe artan işsizlik-enflasyon sorununa çözüm aranırken, enformasyon teknolojisine dayalı sanayi politikalarından söz edilmeye başlandı. 1980’lerde yaşanan teknolojik gelişmeler ise “görsel ve işitsel patlama” olarak tanımlanan yeni bir iletişim devrimini de beraberinde getirdi. Bu gelişmelerin ışığında, 1980’lerin, görsel ve işitsel alanlarda medya girişimcilerine önemli imkanlar sunduğu söylenebilir. En geniş yayın grupları bu yıllarda gerek kendi bölgelerinde gerekse diğer ülkelerde büyümüş; aslında tarihsel, teknolojik ve organizasyon yapıları bakımından farklı olan sektörler, bir küresel iletişim sektörü olarak tümleşti. Medya sektörleri arasındaki kesin ayrımın sona ermesi mültimedya gruplarının ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Uzun yıllar boyunca kamu tekeli olayını yaşayan Avrupa yayıncılığı, özel yayın kuruluşlarının devreye girmesi ile farklı şartlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu yeni şartlar beraberinde farklı örgütlenme yapılarını getirmiş ve nitelikten çok niceliğin önemli olduğu, kar elde etmeye yönelik bir ticari piyasa oluşturmuştur. Bu piyasada hakim olan ise, mümkün olan en çok izleyiciye ulaşmak, programların reklam gelirlerini arttırarak daha çok para kazanmaktır. Esas olan, güzel ve doğru olanı yakalamak değil “nasıl yapılırsa daha çok satar, daha fazla insana ulaşır” sorusunu cevaplandırmaktır”.

      Türkiye, ABD’de ve Avrupa’da esen bu rüzgardan etkilenmiş ve 1980’ler sonrası siyasal ve ekonomik gelişmelerle Türk medyasında yapısal değişiklikler görülmeye başlanmıştır.


3.2. Türkiye’deki Siyasal Gelişmeler


      Dünyadaki değişimden, Türkiye kısa sürede etkilenmiştir. ABD’de ve Avrupa’da yükselişte olan yeni liberal politikaların, o dönem iktidarda olan Turgut Özal tarafından Türkiye’de uygulanmak istenmesi, medya sektöründe yapısal değişimlere sebep olmuştur. Nazif Eksen çalışmasında Özal’ın yaklaşımı şöyle aktarmıştır:

      “ ‘…önümüzdeki dönemde Türkiye’de ikibuçuk gazete’ kalacağı yönündeki kehanette, anlaşıldığı kadarıyla iktisat politikasındaki değişikliklerin sonuçlarına ilişkin beklentilerin kaçınılmazlığı hakim idi. Sonuç olarak 1995 Türkiye’sinde ikibuçuk gazete kalmadı, ancak 1995 yılı sonunda yıllık ortalama rakamlarına göre 5,1 milyon olan günlük gazete satışının yüzde 70’inin iki büyük basın grubu tarafından kontrol edilmekte olduğunu, bunların paylarının ise yüzde 37 ve yüzde 33 olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşım bize ikibuçuk gazete değil ama ikibuçuk basın grubu yapısının ortaya çıktığını gösteriyor”.

      Dünyada yaygınlaşmaya başlayan pazar ekonomisi, 1980’ler sonrası Türkiye’yi de etkisi altına almaya başlamıştır. 12 Eylül askeri müdahalesi ertesi 24 Ocak kararlarının uygulanmasıyla liberalizmin önünde engel görülen sendikalar, basın ve diğer kitle örgütlerine sınırlandırmalar getirilmiştir. Bu müdahalelerden sonra iktidara gelen Turgut Özal bu ortamda yeni liberal politikaları uygulamaya başlamıştır. 1980’li yıllara kadar süregelen yapılar, diğer sektörlerde de gözlendiği gibi ciddi şekilde değişim ve dönüşüme uğramışlardır. Bu değişiklikler; medyanın mülkiyet biçimlerinde, maliyet ve finansman şartlarında, hukuki ve kurumsal altyapıda ve nihayet medya girişimcilerinin davranışlarında kendini göstermiştir. Vedat Demir konuyu şu şekilde açıklamıştır:

      “12 Eylül sonrası yapılan anayasa ile basın özgürlüğü, kişi hak ve özgürlükleri, sendika özgürlüğü kısıtlanmıştı. 12 Eylül sonrası pek çok gazete kapatılmıştı. Kapatılma korkusuyla gazeteciler kendi gazetelerini sansürlemek zorunda kaldılar. Bu dönemdeki baskılardan dolayı yayın politikaları değişen ve magazinleşen basının halk üzerindeki etkisi de azalmaya başlamış, fikir basını çok zor duruma düşürülmüştür. Bu zeminde basın magazinsel haberlerine ağırlık vermeye başlamış, siyasi iktidarın uygulamalarını eleştirmekten mümkün olduğunca kaçınmıştır. Bu durumda sermayenin medya alanına girmesinin önünde hiçbir engel kalmamıştır. Sendikaların zayıflaması ve basın üzerinde oluşan askeri yönetimden kaynaklanan baskılar nedeniyle, gazete ve dergilerin birer ikişer medya dışından gelen patronların eline geçmesine gazeteciler de engel olamamıştır. Ne gazeteler, ne de gazeteciler sendikası yayın organlarının teker teker ya da gruplar halinde satın alınmasına tepki gösterebilmişlerdir”.

      1980’li yıllara kadar basının gelişimini belirleyicilikte siyasi ve sosyal faktörler sahnedeyken, 1980’den sonra belirleyicilikte önceliği ekonomik konular almıştır. Bu dönemde basının içeriği ve toplumsal rolü üzerinde ekonomik bağımlılıkları önemli ölçüde rol oynamıştır.  Orhan Koloğlu’na göre ise, sanılanın aksine sadece 12 Eylül askeri müdahalesi değil, 24 Ocak 1980’de Başbakan Demirel ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı vekili Turgut Özal’ın yönlendirmesiyle, ekonomide liberalleşmenin hızlanmasını ve dış pazarlara tümleşik bir ekonomik yapının ortaya çıkmasını sağlamak için açıklanan “İstikrar Kararları” Türk basınında büyük değişimlere yol açmış, basın üzerinde büyük sermayenin etkisinin artmasına sebep olmuştur.

      Bu değişimlerin basına ilk yansıması 24 Ocak 1980 kararlarından sonra kağıda devlet tarafından uygulanan sübvansiyonun kaldırılması olmuştur. Bu durum gazetelerin maliyetlerini büyük ölçüde arttırdığı için sıkıntı yaratmıştır. Karar, aslında liberal ekonomik politikalardaki değişimin, medyaya ilk yansıması özelliğini taşımaktadır. Bu aşamadan sonra, güçlü mali yapıda olanların, reklam ve ilan geliri elde edebilenlerin ayakta kaldığı, daha dar kaynakları olanların ise piyasadan çekildiği veya el değiştirdiği bir süreç başlamıştır. Orhan Koloğlu “Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi” isimli kitabında bu duruma örnek olarak şunları aktarmıştır:

      “Örneğin Cumhuriyet, kapanmak tehlikesi karşısında Haziran 1980’de bir bildiri ile liberal ekonomiyi savunacağını açıklamak suretiyle zorluğu aşabilmiştir. Elde ettiği ödün, köşe yazarlarına dokunulmaması olmuştur. Aydınlık’ın okuyucu bağışlarıyla ayakta kalma çabaları ise duygusal bir davranıştan ileri gidemedi. Bu dönemin etkisi kişisel tasarruflarla en azından dergi çıkarmak mümkün iken, bunun artık imkansız hale gelmesiydi. Karardan en çok sol yayınların zarar görmesi doğaldı. Zaten uzun zamandır, yüzde 42’ye yakın oy toplamış en büyük partisi CHP’nin bile bir yayın organının bulunmayan solun, böylece sesini işittirmek olanağı büsbütün sınırlanmış oluyordu”.

      Bu yıllarda karlı çıkanlar ise büyük aile holdingleri olmuştur. Bunlardan bazılarının, Koç ya da Eczacıbaşı grubu gibi, kökleri 1920’lere kadar gidiyordu; bazıları ise Çukurova grubu ve (Bilhassa Özal’a yakın olan) Sabancı grubu gibi, 1950’lerde yükselmeye başlamışlardı. Bunun yanında Özal döneminde büyüyen üçüncü kuşak holdingler de vardı. Bütün bu şirketlerin neredeyse tümü aile mülkiyeti şirketleriydi ve holding şirketleri olarak yapılanmış olup kendi bankaları, sigorta, ticaret, otomotiv, turizm, sağlık, inşaat, telekom, enerji, futbol, ev aletleri, yiyecek-içecek şirketleri vardı.

      Bu dönemde Türkiye’deki ekonomik ve politik gelişmeler neticesi Türk medyası yeni bir döneme girmiş, medyadaki mülkiyet yapısı tamamen değişmişti. Medya ticari çıkarlar üzerine kurulu bir alan haline getirilmiştir. Bu durum medyanın temel işlevi olan nesnel habercilik ve kamuoyunun sözcüsü olma işlevini büyük ölçüde zayıflatmıştır. Medyanın gazete koluna baktığımızda denebilir ki gazete sahipliği her dönemde, devletle iş yapmanın kapısını açan bir konum olmuştur. Kamu ihaleleri, belli yatırım imkanları ya da özelleştirilecek bir devlet bankası, medyanın politik desteğinin pazarlık konusu olabilmekteydi. Medyanın bu statüsü 80’lerde ve 90’larda bazı medya dışı girişimcileri alana çekmiş, eskinin aileden gazeteci patronları gazetelerini bu yeni aktörlere satmışlardır. Bunun sonucunda Türkiye’de ticari medya yapısı güç kazanmıştır.

      Diğer ülkelerde zamanla iktisadi ve siyasi devinim içinde oluşan değişimler Türkiye’de kısa bir zaman içinde gerçekleşmiş, bu durum medyada tekelleşme ve işlevlerinin ihlal edilmesi sorunlarını ortaya çıkarmıştır. Türk medyasındaki bu değişimin en önemli süreci ise 1980-1990’lı yıllarda yaşanmıştır.


3.3. 1980’li ve 1990’lı Yıllarda Türk Medyasının Yapısı


      Türk basınında 1980’li yıllara kadar çok büyük çapta bir tekelleşme ve ticarileşme olgusu gözlemlenmemiştir. 80’li yıllarda ise Türkiye’de kapitalist ekonomik yaklaşımın yer edinmeye başladığı dönemde basın alanında da tekelleşme görülmeye başlamıştır. Bu durumu Türkiye’de ilk filizlendirenler işadamı Aydın Doğan ve Kıbrıs kökenli İngiliz vatandaşı ve uluslar arası düzeyde pek çok şirketin sahibi olan Asil Nadir’in bazı Türk basın gruplarını satın alması oluşturmuştur. O döneme kadar Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Cumhuriyet gibi güçlü basın kuruluşları varken, Doğan ve Nadir’le birlikte basın dışından büyük bir sermayenin basın alanına girmesi medya mülkiyeti sahipliklerini değiştirmeye başlamıştı.

      1990’dan sonra medyadaki yapı tamamen değişmiş, holdinglerin egemen olduğu, birkaç grubun ağırlığının arttığı ve “tekelleşme, kartelleşme” eleştirilerinin yoğunluk kazandığı bir dönem başlamıştır. Özel televizyonların ortaya çıktığı 1990’lı yıllara kadar da Türkiye’de basın alanı birkaç büyük grubun kontrolünde bulunmuştur.

      Türkiye’de ticari gazetecilik yapanlar Simavi kardeşler olmuş ve Hürriyet ile Günaydın gruplarını oluşturarak önemli birikimler sağlamışlardır. Bunlara ayrıca Milliyet’in eski sahibi Karacan ailesi ile Tercüman’ın sahibi Ilıcak aileleri katılmışlardır. Cumhuriyet’in kurucusu olan Yunus Nadi ise holdingleşme yönünde kendilerini zorlayacak adımlar atmamışlardır. Bu yıllara kadar gazetelere büyük ölçüde gazeteci kökenden gelen kişi ve aileler egemenken 90’lardan sonra durum tersine dönmeye başlamıştır.

      90’ların başında şu gruplaşmalar görülmektedir: Hürriyet Grubu, Medya Holding, İhlas Gazetecilik Holding, Doğan Grubu, Asil Nadir Grubu ve Tercüman Grubu. Bu gruplardan beşinin finans dünyası ile bağlantılı iflaslarla yok olmuş ve yerlerini yenileri almıştır. Aralarında ayakta kalabilen, Hürriyet Grubunu da takımına katan Aydın Doğan Grubu olmuştur. Doğan Grubu, birçok gazetesi dergisi televizyon kanalları ve radyoları, haber ajansı ile ülkenin en büyük ve etkili yayın grubunu oluşturmaktadır.

      Türk ekonomisindeki ve siyasetteki yapısal değişimin yanında medyadaki teknolojik gelişmeler ve yükselen maliyetler de mülkiyet yapısının değişmesine sebep olmuştur. Bu değişim medyada holdingleşme ve başka sektörlerde faaliyet gösteren sermaye sahiplerinin medya alanına el atmasıyla sonuçlanmıştır. Medyanın gücünün farkına varan sermaye artık kendisi dışarıdan reklam veren olarak medyada etkili olmak yerine, bizzat medya sektörüne girip aktif olmayı tercih etmiştir. Reklam ve ilanlarla siyaseti etkilemektense, gazete ve televizyon sahibi olarak faaliyette bulunmak daha sonra sermayenin tercih edeceği yöntem olmuştur. Sermayenin medyaya olan yoğun ilgisinin nedenleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Medyanın dördüncü güç olduğu paradigması,
2. Siyasal çevrelerde itibar/baskı,
3. Toplumsal denetim,
4. Diğer sektörlerdeki riskli kapitalin azaltılması,
5. Kredi alımında ve devlet ihalesinde nüfuz,
6. Reklam harcaması yapmak yerine gazete çıkarmak/radyo-TV kurmak,
7. Pazarlama ve para ticareti.

      Türk basınında köklü gazeteci ailelerin egemen olduğu mülkiyet yapısı Aydın Doğan’ın Milliyet’i satın almasıyla değişmeye başlamış, Mehmet Ali Yılmaz’ın Güneş gazetesiyle süreç hızlanmıştır. Uluslar arası sermayenin temsilcisi sayılabilecek Asil Nadir’in birçok gazete ve dergi (Günaydın, Güneş, Gelişim Yayınları) satın alarak bu alana girmesi ise medyada tekelleşme iddialarını ilk defa gündeme getirmiştir. Sahibi gazeteci kökenli bir aile olan Sabah ise yükselen değerlere paralel bir gazetecilik anlayışıyla mevcut yapıya cephe almaktan çekinmemiştir. Bu dönem sermayenin nüfuzunun arttığı ve ticari değerlerin gazeteciliğin mesleki değerlerinin yerini aldığı bir dönem olmuştur. Bu dönemin en dikkat çekici değişimlerinden birisi de, “medyanın holding şirketleri halinde” yapılanması olmuştur. Tehlikeli olansa medyanın çok fazla kurumsal geçmişi olmayan kuruluşlar tarafından bir anda el değiştirebilmeye açık bir alan olmasıdır. “Medyanın holdingleşmesi” diye adlandırabilecek 1980 öncesi evreyi kısa sürede “holdinglerin medyaya girişi” ve “yazılı basının elektronik basınla bütünleşmesi” evreleri izlemiştir.


3.4. 2000’li Yıllarda Türk Medyasının Yapısı


      2000’li yıllar medya siyaset ilişkilerinde 1980 sonrası başlayan alışkanlıkların devam ettiği bir dönem olmuştur ancak 2001’deki ekonomik kriz ile ekonomideki küçülmenin yüzde 10’a yaklaşması neticesinde, medyada yeniden yapılanma yaşanmıştır. 1980’lerde başlayan medyada ticarileşme ve medya-siyaset-ticaret ilişkisinde en önemli dönüm noktalarından biri 2000 yılında medya holdinglerinin bankalarına Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun el koyması ve bunun meydana getirdiği etkinin zincirleme bir reaksiyona yol açarak, medya holdinglerinin teker teker çökmesiydi. Bunun neticesinde pek çok medya organı devletin eline geçmiştir. 2001 yılında batık bankalar sayesinde devlet en büyük medya patronu olmuştur. Medya patronlarının bir kısmı tutuklanmış, yargılanmış ve hapse konulmuştur. Sektördeki değişikliklerin başında bankacılık faaliyetleri yasaklanan medya gruplarına ait şirketlerin TMSF’ye devredilmesi ve fonun 2005 tarihinden itibaren bu varlıkları satışa çıkarması gelmektedir. Bunun yanında krizde daralan iç piyasayla birlikte reklam harcamaları büyük bir düşüş gösterince sektör de küçülmüş, medyada yeni güç dengeleri görülmeye başlanmıştır. Mustafa Sönmez “Filler ve Çimenler” adlı kitabında bu dönemi şu şekilde aktarımştır:

      “2001 krizi sonrasının medyasında yeni boyut, yeni sermayedar girişi ve var olanların güçlerini tahkimleri yeni ittifaklara, cephelere gitmeleri şeklinde gerçekleşti. Madenci Turgay Ciner sektörün yeni ismi olarak Sabah Grubu ve Cumhuriyet’te adından söz ettirirken Karamehmetler de Fon’a banka kaptırmanın hırsıyla güçlerini takviyeye gidecek, yeni transferlere önayak olarak medya dengelerine etki edeceklerdi. Uzanlar ise “paralel iktidar” medyanın gücüne, siyasi gücü de ekleme ihtirasıyla Genç Parti’yi kuracak ve 2002 seçimlerinden yüzde 7,5 oyla çıkacaklardı.  Doğan grubu ise medya karları bakımından ciddi bir kan kaybı içerisindeydi. 2001 krizi bir çöl fırtınasını andırıyordu. Birçok sektörde olduğu gibi, medya/finans dünyasında da fırtına öncesinin kum tepecikleri, fırtına sonrasında yeni tepeciklere yerini bırakmıştı.”

      2003 yılında Türk medya sektöründeki hakim gruplar şunlardı: Doğan, Çukurova, Uzan, Sabah, İhlas. Geçen zaman zarfında söz konusu grupların tamamında yapısal dönüşümler gerçekleşmiş, bazılarının adları bile değişmiştir. Örneğin 2003 yılında Türk medya sektörünün önemli bir bileşeni olan İhlas Grubu, finans ayağının çökmesinden itibaren başlayan sürecin bir neticesi olarak piyasada ağırlığını yitirmiştir. 2006 itibariyle Türk medya sektöründe esasen üç grubun hakimiyetini ve/veya büyüme iddiasını sürdürdüğü görülmektedir: Doğan, Ciner, Çukurova. 2000’li yıllarda medyada gerçekleşen değişimleri takip edebilmek gerçekten çok güçtür çünkü bu sektörün zemini hem çok kaygan hem de olan olaylar perde önü ve perde arkası kısımlarıyla kamuoyuna gerçekler tamamen ulaşamamaktadır. Bu yıllarda bahsettiğimiz kaygan zeminde holdinglerin medyaya girmesiyle basın sektöründeki mülkiyet yapısı değişimini gözler önüne serebilecek bazı örneklerse şunlardır:

1) Aydın Doğan 1979 yılında Milliyet’i satın aldıktan sonra, 1980'de Doğan Yayın Holding (DYH)'i kurmuştur. Türk medyasının en büyüğü olarak sivrilen Doğan Grubu, yatay, çapraz ve dikey boyutlarda büyümesini sürdürmüştür. Doğan, 1994'te de Hürriyet'i satın almıştır. Yayıncılıkta en büyük pazar payına sahip olan DY Grubu, Hürriyet, Milliyet, Posta, Vatan, Radikal, Fanatik, Turkish Daily News, Referans; Tempo başta olmak üzere 25 derginin sahibidir. Doğan Medya Grubu, 2005 tarihli faaliyet raporundaki verilere bakılırsa toplam Pazar payı %37’yi bulan 8 gazete, %37’llik satış payına sahip onlarca dergi ve toplam izlenme oranları içindeki payı %17 olan televizyon kanalları ile üç mecranın tamamında %39’luk reklam payı elde ederek lider konumunu sürdürmektedir. Otomotivden turizme, bankacılıktan enerjiye her alana el atan bu medya devine, Maliye Eylül 2009'da 3,7 milyar TL'lik vergi cezası kesmiştir.
2) Karamehmet Grubu: Üç kuşaktır tarım ve sanayide etkin olan ve Çukurova Sanayi İşletmeleri'nin kurucuları arasında bulunan Karamehmet ailesi, ilk kez Akşam'ı alarak 1977-80 döneminde basın sektöründe bulundu. 1991'de Sabah'ın %10'unu alarak tekrar medyaya girdi 2001'den sonra bankalarına devletin el koymasıyla sarsıldı. Bugün medya sektöründe Doğan Grubu'ndan sonra ikinci sırada yer alıyor: Akşam, Güneş, Cumhuriyet (hissedarlardan), Halka ve Olaylara Tercüman gazetelerinin sahibidir.
 3) Bilgin Grubu/Medya Grubu: Dinç Bilgin 1985'te Sabah'ı kurdu. 90'lı yıllarda, Yeni Yüzyıl, Takvim, Bugün, Fotomaç başta olmak üzere onlarca yayınla, en büyük medya patronlarından biri haline geldi. TMSF, Etibank'ın içini boşalttığı gerekçesiyle 2000'de Bilgin'in hem bankasına hem de tüm malvarlığına el koydu. Bilgin hapis yattı. Gazeteci kökenli patronlar dönemi sona ermiş oldu.
4) Ciner Grubu: 1978'de Park Grubu'nu kuran Cinerler 1990'larda enerji ve madenciliğe el attılar. Turgay Ciner, TMSF'ye devrinden sonra Bilgin'e bağlı basın-yayın organlarını (Sabah, Pas Fotomaç, Yeni Asır, Takvim vs.) satın aldı; ancak satış sırasındaki usulsüzlük ortaya çıkınca Fon, 2007'de bu kuruluşları geri aldı. Cumhuriyet'in hissedarlarından olan Ciner, 2009'da Newsweek Türkiye dergisi ile Habertürk gazetesini çıkardı.
 5) İhlas Holding: Enver Ören'in 1970'te kurduğu Türkiye, 1990'da ilk beş gazete arasındaydı. Ardından TGRT ve İhlas Haber Ajansı kuruldu. İhlas Finans'ın 2001'de çökmesiyle TMSF, holdingin medyadaki kuruluşlarına el koydu.
6) Çalık Holding/Turkuvaz Medya Grubu: İşadamı Ahmet Çalık, Bilgin'den Ciner'e geçen (BDDK 2003 tarihinde Bilgin Ailesinin Sabah Gazetesi’ne el koymuş, 2005’te Sabah Gazetesi ve ATV mülkiyeti Turgay Ciner’e geçmiştir) Merkez Medya Grubu'nu 2007'de TMSF'den satın alarak medya sektörüne girdi. Grubun elinde Sabah, Takvim, Günaydın, Yeni Asir Pas Fotomaç gibi gazetelerinin yanında pek çok dergi bulunmaktadır.

7) Koza grubu: Medya sektörünün yeni isimlerinden Ethem Sancak'ın Koza Grubu'nun elinde Star gazetesi (TMSF Uzan Grubu’na ait olan Star gazetesini Koza Grubu'na sattı), Bugün gazetesi (Ciner Grubu Mehmet Ali Ilıcak’a ait Dünden Bugüme Tercüman Gazetesi’ne ortak olmuştur. Gazete Çukurova Grubu tarafından dağıtılmaya başlanmış ancak isim hakkı dolayısıyla anlaşmazlık içinde olunan gazetenin adı Bugün olarak değiştirilmiştir. 2005’te Bugün Gazetesi Koza-İpek Grubu tarafından satın alınmıştır.) elinde bulunuyor.

8) Feza Gazetecilik/Samanyolu Yayın Grubu: Zaman gazetesi, Today's Zaman, Aksiyon, Sızıntı, Cihan Haber Ajansı’nın sahibidir.
9) Albayrak Grubu: Yeni Şafak’ın sahibidir.

      2000’li yıllar Türkiye’de 1980’lerde başlayan, 90’larda hızlanarak gelişen medya holdingleri döneminin sona erdiği, el değiştirdiği yıllar olmuştur. 2000 yılında ardı ardına gelen bankalara el koyma uygulaması, bu bankalara bağlı olarak holdinglerin ve medya şirketlerinin de devletin eline geçmesine neden olmuştur. Siyaset, ticaret ve medya ilişkisinin sonucu olarak, devletten alınan büyük miktarda krediler, teşvik ve ihalelerle büyüyen medya saltanatı sarsılmaya başlamıştır. Büyük medya holdingleri teker teker devletin denetimine geçmiş, bu durum özellikle 2002’de iktidara gelen AKP iktidarında farklı bir medya-siyaset ilişkisi oluşmasına sebep olmuştur.

4. Sonuç

      Medyada holdingleşmenin bazı etki ve sonuçları olmaktadır. Hıfzı Topuz  “II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi” isimli kitabında medyada holdingleşmenin etkilerini şu şekilde aktarmıştır:

1) Medyada tekelleşme, her şeyden önce düşünce ve anlatımda çoğulcuğa karşı bir oluşumdur. Kitle ve iletişim araçlarının paralı ellerde toplanması, düşünce ve anlatım özgürlüğünü kısıtlar. Medyada çalışanların sayısı azalır. Medya genelde tekdüzeliğe yönelir. Ne var ki holdingler görüşte, çeşitliliği koruyor izlenimini vermek için değişik eğilimlerde yayın organlarına yer verebilirler. Ya da büyük bir gazetenin içinde çeşitli görüşleri yazanlar bulunabilir. Gerçekte ise bunlar göstermeliktir. Bu ayrıntılar gazete ya da derginin gerçek politikasını ve eğilimini değiştirmez.
2) Tekelleşmeler sendikacılığa karşıdır. Bunun en yakın örneği, Aydın Doğan’ın 1991’de Milliyet’te başlattığı sendikasızlaştırma baskıları olmuştur. Aydın Doğan’ın Hürriyet’e sahip olmasından sonra aynı yöntem 1994’te orada da uygulanmış ve toplusözleşmeler yapılamamıştır.
3) Tekellerin başındaki kişiler, iktidarı paylaşmak ve hükümetten çeşitli çıkarlar sağlamak için türlü türlü ödünler vermekte ve medyada çalışan gazetecileri baskı altında tutmaktadırlar.
4) Büyük sermayeye dayanan medya, magazin programlarının ve haberciliğin de gelişmesine yol açmış, bu da bir kültür yozlaşmasına neden olmuştur.
5) Küçük ve orta çaptaki yayın organları zamanla yok olmakta ve holdinglerin sınırsız egemenliği kurulmaktadır. İletişim organlarına sahip olmak çok büyük sermayeyi gerektirdiği için medyada tekelci sermaye egemen olmakta ve ufak yatırımlarla gazete ve dergi çıkarma olanağı bulamamaktadır.
6) Türkiye’de medya zamanla bir paralel iktidar mekanizması oluşturmaktadır. Yöneticilerin medyadan gelen baskılara karşı koyamadıkları zaman zaman görülmektedir.
7) Tekelci sermaye ve holdingler dışa bağımlıdır, IMF’den çıkarları vardır. Böyle bir bağımlılık da ülkenin bağımsızlığıyla bağdaşamaz.

      Görüldüğü gibi medyada holdingleşme pek çok negatif sonuçlar doğurmaktadır ancak holdinglerin medyaya girmesi tüm dünyada görülen bir durumdur. Türkiye’de 80’lerden itibaren medya holdingleri sahneye çıkmış, 90’lardaysa holdingler medya sektörüne hakim olmuş, adeta bir paralel iktidar konumuna gelmişlerdir. 2000’lerdeyse holdinglerde el değiştirmeler başlamış, yabancı sermaye de işin içine girmiştir. Bu değişim ekonomik, teknolojik ve siyasi değişimlere paralel şekilde devam etmiş, hatta değişime büyük ölçüde katkısı olmuştur. Türkiye’de 80’ler sonrası liberal ekonomi ağırlığını hissettirmeye başlamış ve bundan basın oldukça etkilenmiş ve yapısal değişikliklere maruz kalmıştır. Bu süreçte gazteler de, gazeteciler de, gazete sahipleri de liberal ekonomi rayına girmiş olan Türkiye’ye ayak uydurmak zorunda kalmış, gerektiğinde ilkelerinden ve genel çizgilerinden taviz vermek zorunda kalmışlardır. Son otuz sene içinde medya çalkantılı günler geçirip bu günlere gelmiştir.

       Bu analizden ortaya çıkacak sonuç ise holdinglerin medyaya girmesiyle asıl tehlikeli olan nokta tekelleşmenin sonucu olan “tekseslileşmedir”. Bu durum sanal bir gerçeklik yaratmakta ve suni gündem oluşturma aşamasına kadar gitmektedir. Türk basını oligopol özellikler gösteren bir yapıdadır ve bu yapıdan en çok gazeteciler ve iyi bir medya okuyucusu olmayan kamuoyu etkilenmektedir. Türkiye’de gazeteler iletişim aracı olmaktan ziyade “medya silahı” olarak kullanıldığı için gazetelerin can damarı denebilecek köşe yazarları tasfiye edilmekte, sindirilmekte, sansüre maruz kalmaktadır. Türkiye’de farklı düşünmek makul bir davranış değildir, gazeteciler bunu kimi zaman baskıyla, kimi zaman sansürle, kimi zamansa canıyla ödemiştir. Türkiye’de öldürülen gazeteci sayısının en yüksek rakamlara ulaştığı dönemin medyada tekelleşme sürecinin en yoğun olduğu bir döneme denk düşmesi tesadüf değildir. Medya-ekonomi-siyaset üçgenin tam ortasında olan gazetelerin ve gazetecilerin objektif olması gerçekten çok zordur. Böyle bir ortamda da basın özgürlüğünü yitirmekte, ekonomik ve siyasi güçlere göbekten bağlı kalmak durumunda kalmaktadır. Buradan da ortaya çıkan tablo, bir ülkenin geleceği medya ekonomi ve siyasi güçleri el birliğiyle tayin edilirken, bunun faturasının yine halka çıkarılmasıdır.

Gözde Kurt  

*Bu makale, Galatasaray Üniversitesi Medya ve İletişim Çalışmaları Tezli Yüksek Lisans Programı'nda "Kültür Endüstrileri ve Medyanın Ekonomi Politiği" dersi için dönem sonu çalışması adı altında yazılmıştır. Makalenin kaleme alındığı tarih: 31.05.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder